Selam bu yazıyı okuyan eş, dost ya da yabancı.. Yılın dört ayını Kuzey Ege'de geçiren bir Güney Egeli olarak (iş hayatı başlayana dek...) Egenin o dünyalara bedel maviliklerini, koylarını, pazarlarını, köylerini ve sofralarını sosyal medya a racılığıyla sizlere aktarmayı bir borç bilmişimdir. 30'a bir kala olmasından mıdır nedir, mavi pencerelerden çok mavi pencerelerin hikayeleriyle ilgilenmeye başladığım bir sürece girdim diyebilirim. Bu yüzden de topraklarıma dair sevdiğim kitapları da paylaşmaya karar verdim. Girit göçmeni Sökeli bir aileden geldiğimi sanıyorum ki herkes biliyor. Göçmenlik pek bir havalı anlatılır bizim topraklarda.. Gel gör ki iç yüzü hiç de öyle havalı değildir. Büyükler ne konuşmak ne de anlatmak ister o günleri. Çok acılar çekilmiştir hem gelmeden hem geldikten sonra. Evini, barkını, komşularını, dilini ve güzel günlerini orada bırakmıştır. Dillerini bile bilmedikleri anavatana sürülmüştür onlar. Gavur damgası yemişlerdir, gettolar...
Merhaba yüce Kaz Dağları... Merhaba Olimpos tanrılarının, Zeus’un yuvası… Troya’ya giden yollarıyla dünya kültürünün büyük mirası İlyada’nın bol pınarlı, vahşi hayvanların anası İda Dağı ... Alp sıradağ sisteminin devamı, dünyanın en büyük ikinci oksijen kaynağı… Zirvene ilk çıkışımı hatırlıyorum da, çocukken denizden görüp zannettiğimin aksine tek bir sıra değil, arkalara doğru uçsuz bucaksız ve yemyeşildin... Şaşırmıştım. Ne bitmez, sonsuz bir yeşillik demiştim, asla yıkılmaz, yansa da bitmez. Öyle oksijenliydin ki gecelerce uyumasak yine dinlenmiş hissederdik. Büyüdükçe kıymetini daha iyi anladım. Kimsenin girmediği, bilmediği şelalelerine tırmandım... Saklı zeytinlerinin arasından vadilerini keşfettim. Ceylanlarını, domuzlarını, ayılarını, böceklerini, kuşlarını ve endemik bitki türlerini gördüm. Arılarından kaçtım bazen, bazen tıstıslarından... Üzüldüm, kendimi sana attım. Sevindim, yine sendeydim. Yüzerken Egenin masmavi sularında, seni daha heybetli görebilmek için açıldım...