Selam bu yazıyı okuyan eş, dost ya da
yabancı.. Yılın dört ayını Kuzey Ege'de geçiren bir Güney Egeli olarak (iş
hayatı başlayana dek...) Egenin o dünyalara bedel maviliklerini, koylarını,
pazarlarını, köylerini ve sofralarını sosyal medya aracılığıyla sizlere aktarmayı bir borç bilmişimdir.
30'a bir kala olmasından mıdır nedir, mavi pencerelerden çok mavi pencerelerin
hikayeleriyle ilgilenmeye başladığım bir sürece girdim diyebilirim. Bu yüzden
de topraklarıma dair sevdiğim kitapları da paylaşmaya karar verdim.
Girit göçmeni Sökeli bir aileden geldiğimi
sanıyorum ki herkes biliyor. Göçmenlik pek bir havalı anlatılır bizim
topraklarda.. Gel gör ki iç yüzü hiç de öyle havalı değildir. Büyükler ne
konuşmak ne de anlatmak ister o günleri. Çok acılar çekilmiştir hem gelmeden
hem geldikten sonra. Evini, barkını, komşularını, dilini ve güzel günlerini
orada bırakmıştır. Dillerini bile bilmedikleri anavatana sürülmüştür onlar.
Gavur damgası yemişlerdir, gettolarında yaşamışlardır. Birçoğu balık istifi
bindirildikleri teknelerden en sevdiklerini bırakmıştır derin sulara. Kanla
yazılmıştır Ege'nin tarihi. Öylesine bir kan ki Ege bunu unutturmak için
böylesine güzel bir mavi sunmaktadır belki de bize..
İşte Dido Sotiriyu da bizim Girit
hikayesinin karşı tarafında Aydın'da doğmuş ve 1922'de göç etmiş Yunanistan'a.
Aydın'ın köy hayatını, verimli ovalarını ve güzel insanlarını anlatarak
başlıyor kitaba.. İki halkın birbirlerine karşı düşmanlığa evrilişini bir Yunan
kaleminden döküyor yazıya. Böyle günlerden birinde Manoli’nin en yakın arkadaşı
Türk Şevket, kiliseye giden arkadaşına şöyle sesleniyor: “Bana bir mum yak.
Belki Allahlarımız da bizim gibi arkadaş olurlar.”
Balkan
Savaşı patlak verdiğinde kardeşleriyle beraber askere alınıyor Manoli.
Ankara'ya demiryolu döşemek oluyor ilk görevleri. Tam bu satırları okurken
Ankara'dan Konya'ya doğru tren yolculuğuna çıkıyorum:
"Ama göreceksin, yarın burada da, bu
lanetli toprakta, hakiki trenler işleyecek; bizim döşediğimiz rayların
üzerinden geçip gidecek o trenler ve bu yolun biz Rumlar tarafından can
pahasına döşendiği, yolculardan hiçbirinin aklına bile gelmeyecek.."
Kitaptan aklıma kazınan bazı satırlarsa
şöyle:
" Hürriyet pahalıdır. Hürriyet için
savaşırken aklın sesini dinlemeyeceksin. Bizim köyde bir söz vardar, işit bak:
Akıllı düşünedursun, deli çoktan gidip geldi..."
"Savaş şöyle bir dokunup geçmişti
bize. Bir ufak tırmık yarasıydı bu henüz. Sırada hançer vardı... Böyledir
yüreği insanoğlunun. Küçücük bir felakette duracak gibi olur, sonuna kadar
dayanır büyük felaketlere... “
"Anadolu'nun zenginliklerini
ellerinde tutan Hristiyan halkların ortadan kalkması gerekiyordu; önce Almanların,
daha sonra da müttefik kapitalistlerin yayılıp gelişmelerine engeldi çünkü bu
halklar... Ve ekonomik hakimiyetlerini emniyet altına almak için, en alçakça
planları kuran yabancı monopoller, her şeyden önce, Orta Doğunun petrol
bölgeleriyle Ön Asya'nın masallara layık zengin bölgelerinden geçerek, Bağdat'tan
İzmir'e ulaşan demiryolu hattını ele geçirmek istiyorlardı. Altın tiftik
hikayesi, devam ediyordu gene..."
Ve kitabın son sayfası hançerliyor içimi. Kitabın
tüm mesajı bu sayfada verilmişçesine güçlü aktarılmış ifadeler şöyle diyor:
“Şevket! Tanımadın mı yoksa beni? Ben,
senin dostun... Ben, senin arkadaşın! Yıllarca birlikte gülüp, beraber
ağladık... Ne yapıyor Şevket? Ah Şevket; Şevket! Vahşi birer hayvan kesildik! Karşılıklı
hançerledik, paramparça ettik yüreğimizi! Durup dururken!..
Ve sen.. Kör Mehmet'in damadı. Hele sen! Neye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum... Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler... Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!..
Bütün bu çekilen acı, bir kötü rüya olsaydı ah!.. Ve yanyana... Omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden! Sakakuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yayana eğlenmek üzere... Şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik!..
Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet'in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya! Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin... Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin!"
Ve sen.. Kör Mehmet'in damadı. Hele sen! Neye öyle tiksinerek bakıyorsun yüzüme? Öldürdüm evet seni, ne olmuş! Ve işte ağlıyorum... Sen de öldürdün! Kardeşler, dostlar, hemşeriler... Koskoca bir kuşak, durup dururken katletti kendi kendini!..
Bütün bu çekilen acı, bir kötü rüya olsaydı ah!.. Ve yanyana... Omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden! Sakakuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik! Ve her birimizin sevdiceği kendi kolunda çiçeklere bürünmüş kiraz bahçelerinden gülümseyerek çıkıp, yayana eğlenmek üzere... Şenlik meydanlarının yolunu tutabilseydik!..
Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet'in damadı! Benden selam söyle Anadolu’ya! Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin... Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların, Allah bin belasını versin!"
Yorumlar
Yorum Gönder