Ana içeriğe atla

Ayvalık Postası

Popüler yerler yavaş yavaş büyük şehirlerin kalabalığına ve gürültüsüne dönüşmeye başladıkça, huzuru doğada arayan insanlar alternatif yerlere yönelmeye başladılar. “Alternatif derken?” sorusunu duyar gibiyim. Burada kastettiğim şey hiç şüphesiz ki mutlak natürelliğin yaşandığı, insanların kalabalıkla değil; denizle ve doğayla zaman geçirdiği, bir mayo ve çıplak ayakla yürümenin insanı gülümsettiği yerler. Bu yerlerden biri de hemen hemen her yaştan insanın hayatında yer edinmiş bir yer olan Ayvalık..

Mübadele izlerini her bir karışında taşıyan Ayvalık, davetlilerine her zaman oldukça fazla alternatif sunar. Bilinmeyen koyları, zeytin ağaçlarıyla ya da çam ormanlarıyla dolu kamp yerleri, buram buram tarih kokan cumbalı, asmalı ve avlulu butik otelleriyle her çeşit arayışa yanıt veren Ayvalık, damak tadına düşkün olanlar için de vazgeçilmez duraklardan bir tanesi. Malum, Ayvalık ve civarıyla bu kadar haşır neşir olunca, eş, dost her daim Ayvalık’ta ne yapalım sorusunu sorar oldu. Yaz tatili geride kalmış olsa da her daim önümüz yaz ve yakında da oldukça fazla ara tatil var. Gelecek yazlara ya da ara tatillerde kaçamaklara niyetlenenler için ben de oturdum ve benim Ayvalığımı düşünerek, yolu Ayvalığa düşen herkesin ister bir günde, ister birkaç günde mutlaka yapması gerekenleri bu yazıda derledim.


Ayvalığa gelince ilk yaptığım şey hiçbir zaman şaşmaz. Ana caddenin akıp giden kalabalığına karışırım ve doğruca Talatpaşa caddesine yürürüm. Caddeye döndüğümüzde, az ileride köşede hemen sağdaki Güler Tatlıhanesi’ne girip doyasıya sevdiğim şeyleri yemek beni her zaman gülümsetir. Buradaki kalabalığa hiçbir zaman şaşırmamanız gerekir. Asla boş kalmaz ve günün her saati önünde kuyruklar oluşabilir. İçeri girince iki tane masa vardır ve boş olduğunda dışarıdansa bu masalardan birine kurulup dükkânın tarihine karışarak tatlılarımı yemeye bayılırım. Buraya geldiğinizde limonatayla beraber damla sakızlı kurabiye ve tahinli kurabiyelerden yemenizi şiddetle öneririm. Bir de damla sakızlı dondurmayla sunulan lor tatlısı vardır ki betimleyebilmek imkansız.. Merak etmeyin, o kadar lezzetliler ki bunların hepsini aynı anda yiyebiliyoruz. Hatta bunun üstüne utanmıyoruz ve hesabımızı öderken son olarak da külahta damla sakızlı dondurmamızı istemeyi unutmuyoruz. Zira öyle ki bu dondurma size daha önce yediğiniz tüm damla sakızlı dondurmaları unutturacak. 



Nedeni ise bu dondurmanın çok eski yıllarda İtalya’dan gelmiş bir makinayla yapılıyor olması ve sütünün Ayvalığın doğal ortamda beslenmiş hayvanlarından geliyor olması. Yeri gelmişken tüm ürünler kendi doğal zeytinyağları kullanılarak yapıldığından her şeyin lezzeti kendine has oluyor. Hepsini yedik ve tadı damağımızda kaldı. Şimdi ne yapacağız? Tabiki hepsinden birer paket yaptıracağız! Özellikle kapış kapış giden damla sakızlı kurabiyeler ve tahinli kurabiyeler, çok uzun süre taze kalabiliyorlar ve bu yüzden paket yaptırıp sağa sola götürmeye oldukça müsaitler. Dükkanda bulabileceğiniz diğer Ege lezzetlerinden bazıları ise Girit Böreği, lor tatlısı, lor baklavası, şekerpare, kalburabastı, şambali, lor böreği.. Yedik içtik, şimdi biraz turlama zamanı! Güler Tatlıhanesi’nin yer aldığı Talatpaşa Caddesi üzerinde yürümeye devam ediyoruz ve biraz ileride istediğimiz bir yerden sola dönüp ara sokaklarda yürümeye başlıyoruz. Tarihe tanıklık eden, kimi ayakta kimi yarı büklüm duran o güzel evlerin arasında insan her zaman mutluluğun ne kadar ufak şeylerde olduğunu düşünmeden edemiyor. Ayrıca bu evlerdeki yaşanmışlıkları da merak etmeden buralardan geçmek imkansız.. Ayvalık sokaklarında kendimce bir oyunum vardır. Sokağın sonuna doğru sol mu sağ mı derim kendime ve seçtiğim yöne dönüp o tarafı fotoğraflarım ve bu şekilde kaybolurum o sokaklarda. Neticede sonunda şarkının da söylediği gibi denizlere çıkar bütün sokaklar. 

Bir konuyu belirtmek gerekir ki vaktiniz kısıtlıysa, sokaklarda kaybolma işini Ayvalık’ta değil Cunda’da gerçekleştirin derim zira oradaki evler buraya kıyasla daha bakımlı ve cezbedici oluyor. Cunda Adası’na hemen marina önünden kalkan motorlarla ya da taksi dolmuşlarla kısa sürede geçebilirsiniz. Cunda’da ilk yapmanız gereken şey herhangi bir sokaktan içeri dalıp en tepeye doğru yürümek. Yaz aylarında oldukça sıcak oluyor ama manzara, evler ve sokaklar gerçekten görmeye değer. En tepeye çıkınca ya değirmene yani Aşıklar Tepesi’ne çıkıyorsunuz ya da Koç Müzesine. Değirmen tarafındaysanız değirmene kadar ilerleyin ve arkasındaki muhteşem körfez manzarasına bakıp derin bir nefes alın. Hemen solunuza baktığımızda ilerideki tepedeyse Koç Müzesi’ni görüyorsunuz. Oraya da kısa ve keyifli bir yürüyüşle varabilir,  Ayvalığın o muazzam manzarasına karşı biranızı ya da kahvenizi yudumlayabilir ve müzedeki eşşiz eserleri inceleyebilirsiniz.   


                                     Koç Müzesi
Aşağıya döndüğümüzdeyse sahil yoluna paralel sokaktaki evleri, dükkânları şöyle bir görmelisiniz. Yemek için iyi olan yerler, sanılanın aksine sahildekiler değil iç taraftakiler benden söylemesi.. Daha sonra, limanda az ileride tüm Ege sahil kasabalarının vazgeçilmezi olan incik boncuk dükkânlarında adaya özgü ürünler bulabilir ve yıl boyunca size şans getirmesini dileyebilirsiniz. Ve unutmadan söylemeliyim ki Ayvalık maceranızı anlatırken asla sahildeki Taş Kahvede bir dibek kahvesi içmedim demeyin. Adanın en eski kahvehanelerinden olan Taş Kahve’ni içerisi de mutlaka görülmeli. Son yıllarda kendi dövdükleri kahvelerini paketlediler ve satıyorlar, kaçırmayın derim. Ayvalık tostu meraklıları da tostu burada oldukça uyun fiyata yiyebilirler. Denize girmek için vakti ve arabası olanlar, Patriça ve Ortunç koylarını mutlaka deneyimlemeliler. Ortunç koyunda yer alan Ortunç Otel, sahili için yüz lira giriş parası alıyor. İçerinin güzelliği Kuzey Ege’ye hakim olan herkesin dilinde olduğundan, burayı, vakti ve parası olanlar için kaçırılmaması gereken bir yer olarak görüyorum. Arabamız yok ama vaktimiz var diyorsanız, Ayvalığa dönüyorsunuz ve dolmuşa atlayıp Sarımsaklı ya da Badavut sahillerine vuruyorsunuz kendinizi.. Tabi meşhur Sarımsaklı sahillerinin her daim kalabalık olacağı unutulmamalı.. 

Gün batıyor ve karnımız yine acıktı diyenlerdenseniz, Ayvalık’tan Sarımsaklı yönüne doğru konumlanan Çamlık Mahallesi kıyısındaki Yelken Cafe’nin manzarasını ve deniz ürünlerini şiddetle tavsiye ederim.



Günü bitirdik ve geriye tatlı bir yorgunluk kaldı. Çalan Yunan ezgileri kulaklarınızda, akşam rüzgarı teninizde, yatağınıza uzanın ve gözlerinizi bir Kuzey Ege rüyasına dalmak için kapatın.. Benim Ayvalık maceralarım burada bitiyor. Yolu düşenlere bir nebze yardımım olursa ne mutlu bana..

***Minik dostlarımızı unutmayan Ayvalık Belediyesi'ne bu duyarlılığından ötürü bir alkış!!
Ayvalık Belediyesi minik dostlarımızı da unutmamış!
Sokak kapıları..

























Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Müge Boz ile Keyifli Bir Sohbet

Tekrar merhaba arkadaşlar, bir haftadır pek yazamadım fakat şimdi güzel bir işle yeniden buradayım. Cuma günü Müge Boz ile birlikteydik ve güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Şimdi sizleri meraklandırmadan hemen bu ufak röportajımı yayınlıyorum: 1) Müge Boz için İstanbul nedir?  İstanbul benim için tam anlamıyla bir ikilem. Bu şehirde pek çok ikilem var. En basitinden, ufak bir alışverişe bile çıksak Tahtakale'de ya da Nişantaşı'nda bulabileceğimiz güzel şeyler var. Aynı durum gezerken ya da pekçok farklı alanda söz konusu. Bambaşka iki dünya var ama aslında herkese hitap ediyor. Bu ikilemlerde olmayı seviyorum, İstanbul doğduğum yer ve benim için çok özel. 2) Müge Boz'u Twitter, Facebook gibi sosyal platformlarda neden göremiyoruz?  Hazır değilim (gülüyor)! Ben zaten internetle çok fazla ilgilenen bir insan değilim. Facebook'un çıktığı dönemde heyecanla arkadaşlarımızı ekledik ama ondan sonra pek kullanamadım. Bilgisayar başında oturup insanlar bana yazsın, ben ...

Almanya Sevmeyenlere İnat Bir Alman Şehri: Hansestadt Hamburg

http://en.wikipedia.org/wiki/File:AlsterPanorama.jpg         Etrafımızda pek çok insan Almanya'nın ve Almanların soğukluğundan, iticiliğinden yakınır durur. Kim haklı kim haksız orasını bilemeyiz, ırkçılık yapacak halimizde yok. En iyisi ben size hiçbir şehre benzemeyen Almanya'nın 2. en büyük şehri olan Hamburg'u anlatmaya çalışayım. Öncelikle Almanya deyince akla ilk gelen Berlin, Münih, Düsseldorf gibi şehirlerden çok daha farklı bir karakteristiği var bu şehrin. Mimari yapısı, insan çeşitliliği, iklim, ulaşım kısaca pekçok şey diğer şehirlerden çok daha farklı. Bir Alman arkadaşım Hamburg'a yaklaşınca etrafta her yerin turuncu olacağını söylemişti. Gerçekten de bu şehir turuncu! Klasik Alman yapılarının aksine bir kuzey şehri kültürü hakim bu şehre.. Avrupa'nın  2., dünyanın ise 9. en büyük limanına sahip olan bu şehir, deniz kenarı olsa da şehir merkezinde gördüğünüz yüzlerce kanal denizin sadece küçük kolları. Zira Amsterdam ve Venedik'de bul...

Kaz Dağları'na..

Merhaba yüce Kaz Dağları... Merhaba Olimpos tanrılarının, Zeus’un yuvası… Troya’ya giden yollarıyla dünya kültürünün büyük mirası İlyada’nın bol pınarlı, vahşi hayvanların anası İda Dağı ... Alp sıradağ sisteminin devamı, dünyanın en büyük ikinci oksijen kaynağı… Zirvene ilk çıkışımı hatırlıyorum da, çocukken denizden görüp zannettiğimin aksine tek bir sıra değil, arkalara doğru uçsuz bucaksız ve yemyeşildin... Şaşırmıştım. Ne bitmez, sonsuz bir yeşillik demiştim, asla yıkılmaz, yansa da bitmez. Öyle oksijenliydin ki gecelerce uyumasak yine dinlenmiş hissederdik. Büyüdükçe kıymetini daha iyi anladım. Kimsenin girmediği, bilmediği şelalelerine tırmandım... Saklı zeytinlerinin arasından vadilerini keşfettim. Ceylanlarını, domuzlarını, ayılarını, böceklerini, kuşlarını ve endemik bitki türlerini gördüm. Arılarından kaçtım bazen, bazen tıstıslarından... Üzüldüm, kendimi sana attım. Sevindim, yine sendeydim. Yüzerken Egenin masmavi sularında, seni daha heybetli görebilmek için açıldım...